8 Mart 2015 Pazar

Bir belgeselin hikayesi...

Gezi Parkı Direnişi... Üzerinden yaklaşık iki yıl geçti... Hakkında çok şey yazıldı, çok şey çizildi... Daha uzun yıllar boyunca da tartışmaları süreceğe benziyor. Tarih, bu olayları nasıl hatırlayacak bunu zaman gösterecek. Bu yazıyı, bu direnişin gerçekte olduğu gibi hatırlanması amacıyla yapılan bir çalışmanın hikayesini anlatmak için yazıyorum: Gezi Parkı Belgeseli... Hangisi diye soracaksınız doğal olarak. Pek çok kişinin emek harcayıp yaptığı Gezi Parkı konulu belgesel var. Benim bahsedeceğim, twitter'da @GeziDoc adresinde takip ettiğiniz ve şu adreslerde izlenebilen 3 bölümden oluşan belgesel:

Gezi Parkı Belgeseli (Türkçe altyazı)
Gezi Park Documentary (English Subtitles)

Benim niyetim arşiv niteliğinde bir çalışma yapmaktı. Belgeselin uzun olduğuna dair eleştiriler aldım, ve de alıyorum. Ancak, Gezi Direnişini kısaca anlatmak mümkün değil. Yapılan diğer belgesellerin de hiçbiri Gezi'nin bütününü anlatmadı. Her biri Gezi'nin farklı bir yönünü anlatmaya çalıştı. Benim yaptığım ise olanları baştan sona anlatıp tarihe ışık tutmak ve unutulmamasını sağlamaktı. Bu nedenle kısa olması mümkün değildi. 9 saat uzun bir süre elbette fakat başladığınızda değil. Belgesele bir kez başladığınızda gerisi gelecektir.

Belgeseli hazırlarken ve sonrasında pek çok mesaj aldım. Genelde insanlar yapılan çalışmayı takdir ediyordu ve ekipteki herkese selamlarını iletiyordu. Tabi ki eleştiren ve kin kusanlar da yok değildi. Bu belgeseli hazırlayan ekip yüz binlerce insan. Pek çok kişi elindeki telefon ile, kamerası ile kayıt yaptı, internette paylaştı ve bu arşivin oluşmasına katkıda bulundu. Ben ise, bunları toplayıp bir sıraya dizdim ve montajını yaptım. Bu kısmı tek başıma yapmış olsam da, benim yaptığım ekipteki en kolay işti. Asıl mesele bunları kaydetmekti. Kendi yaptığım kayıtlar da vardı ancak bunların toplam içindeki payı yüzde bir bile değildir.

GeziDoc kimdir sorusuna şöyle yanıt vereyim: Gezi Parkı Direnişi öncesinde sıradan bir vatandaş olarak hayatı sürdüren, bir firmada yöneticilik yapan, siyasete çok bulaşmayan, işinde gücünde diyebileceğiniz bir adamdım. Öncesinde katıldığım tek eylem de 1999'da üniversitelerdeki başörtüsü yasağını protesto etmek için yapılan "el ele" eylemiydi. Kiminiz bir önceki cümleyi okuduğunuzda bana karşı bakış açınızı değiştirebilirsiniz. Ancak, Gezi Direnişi sizlere bir şey öğretmişse, beni anlarsınız. Benim ölçüm doğrunun ve haklının yanında olmak. O gün yanımda elimi tutan kişiler Gezi'de olduğum için tepki gösterip beni vatan haini ilan ettiklerinde de onlara verdiğim cevap bu oldu. Ve bu ölçüden taviz vermeye pek de niyetim yok. 1999'da yobaz olmadığım gibi, Gezi'de de dinsiz olmadım.

1981 doğumluyum. Y kuşağının ilk temsilcilerinden sayılırım. Adımın önemi yok. GeziDoc olarak bilinmek güzel ve yeterince tatmin edici. gezidocumentary513@gmail.com, email adresimde kullandığım 513 sayısı genelde Mayıs 2013 olarak algılandı. Aslında adımın ve soyadımın ilk harflerini ifade ediyorlar.

Gezi'ye neden ve nasıl katıldım? 31 Mayıs 2013 sabahında çadırların yakılması haberini öfke ile izledikten sonra Gezi Parkına gittim. Ertesi sabah altıya kadar biber gazına ve şiddete karşı direnenlerden biriyim. O gece orada olmak benim için gurur kaynağıdır. Park'ta çadırlarda kalmadım hiç. Daha çok gündüz iş, gece direniş modundaydım. Aklımda belgesel yapmak gibi bir düşünce de yoktu; en azından 15 Haziran'a kadar...

15 Haziran gecesi, çoluk çocuk, genç yaşlı demeden parktaki insanlara saldırıldı. O gece Divan Otel'deki revire yardımcı olmaya çalıştım. Şahit olduklarım, gördüklerim, duyduklarım ve yaşadıklarım bana şu soruyu sordurdu kendime: "Bu kadar şiddete başvuran bir hükümet, medyaya baskı uygulayarak gerçekleri çarpıtan bir hükümet, bu olanların tarihe doğru aktarılmasına ne kadar izin verir? Sansürün en büyüğünü uygulamaz mı? Elinden gelse tüm kayıtları internetten sildirmeyi veya engellemeyi denemez mi?" Basının satılmışlığı ortadayken, gerçekten gazetecilik yapmaya çalışan kişilerin sayısı iki elin parmaklarını geçmezken ve halihazırda gazetecilik işi vatandaşa düşmüşken, bütün bunları toparlayıp doğru hatırlanmasını kim sağlayacaktı? Etrafa bakınıp "Kim yapsa acaba?" demenin sırası değildi. Belki birileri yapardı ama ben neden yapmayayım diye sordum kendime. İşte o gece karar verdim. Mevcut bütün kayıtları ve bilgileri toparlayıp bir arşiv oluşturmaya başladım. Elime geçen video, resim, yazı, her ne olursa her şeyi topladım.

Daha olaylar devam ederken kitapçılarda Gezi üzerine kitaplar, fotoğraf albümleri, dergiler yayınlanmaya başladı. Bunların çok azı gerçek bir kaynak olmakla birlikte, çoğu yanlış bilgilerle doluydu ve 40-50 sayfalık kitapçıklar için 15 TL gibi fiyatlar biçilmişti. Gezi'nin ruhuna aykırı bu türden ticari hamleler beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Gezi için yapılacak çalışmalarda çıkar gözetmek Gezi'ye ihanettir diye düşünüyorum. Fakat fırsatçılık her yerde var. Engel olmak mümkün değil.

Daha önce hobi olarak kısa klipler yapmıştım. Ama en az 5 saatlik bir belgesel olacağını tahmin ediyordum ve bunun için profesyonel bir program gerekiyordu. Programı satın aldım ve taslak bir şeyler hazırlamaya başladım. İlk günden başlayarak yapılan kayıtları tarih ve hatta mümkünse saat sırasına göre dizdim. Aynı zamanda videolara eklenmesi gereken bilgileri toplayıp, bunların doğruluğunu teyit etmek için araştırmalar yapıyordum. Bir yandan da Gezi Parkına gidip kameramla kayıtlar yapmaya çalıştım. Bir kez biber gazı fişeği ile bacağımdan vuruldum. Ve bir kez de polis tarafından darp edildim. Ölümle tehdit edildim. Elinde kamerası ile bir gazeteci o anları çekmiyor olsaydı polisler beni, tehdit ettikleri gibi, izbe bir köşede öldüresiye dövebilirlerdi.

Yaklaşık altı ay sürdü belgeseli tamamlamak. İlk bölümün ilk versiyonunu Temmuz 2013 ortasında yayınladım. Gelen yorumlara göre güncellemekti niyetim. Hızlıca yayıldı twitter'da. Yorumlar, mesajlar, tavsiyeler gelmeye başladı. Her hafta güncellemeye devam ettim. Bu sırada ikinci bölümü hazırlamaya devam ediyordum. Bütün dünyaya ulaşmak için İngilizce altyazı da şarttı. Birinci bölüm için hazırladığım açıklamaları çevirmeye başladım. Altyazıları videolara gömmek zorunda kalıyordum. Çünkü her videoda yazının farklı bir yere gelmesi gerekiyordu. Bu da oldukça zaman alan bir işlemdi. Niyetim aslında iki bölümde bitirmekti. İlk bölüm üç saatti. İkinci bölümü de üç saat olarak hazırladım. Ancak olaylar devam edince, üçüncü bir bölümün yapılması da zorunluluk oldu. İkinci bölümü de yayınladıktan sonra, kalitesi düşük görüntüleri iyi olanlarla değiştirmeye başladım. Bunları yaparken bir yandan da çevirilerin başkaları tarafından yapılması zaman kazandıracaktı. Bu yüzden twitter üzerinden yardım istedim. Çok şükür ki gönüllü olanlar çıktı ve onların da yardımı ile ikinci bölümün İngilizceye çevrilmesini tamamladım. Yine bu süreçte edindiğim Amerikalı bir arkadaşım da çevirileri gözden geçirip düzeltmeler yaptı. Üçüncü bölüm de aynı şekilde tamamlandığında Aralık ayının ortalarıydı.

Belgeseli izlerken gözleriniz doluyordur eminim. Hazırlarken de durum farklı değildi. Belki yüzlerce defa izlemişimdir ama her defasında gözlerime yaş doldu. Bazı sahneleri düzenlemek teknik açıdan ziyade duygusal olarak çok zordu.

Pek çok kişiden ve yayından görüntüler kullandım. Başta Özcan Tekdemir, Fatih Pınar ve Serkan Ocak gibi gazeteci arkadaşların yapmış olduğu çekimler son derece kaliteli ve gerçekleri ortaya koyar nitelikteydi. Esasında olması gereken de buydu, fakat o günlerde bu vasıfları taşıyan gazeteci sayısı çok azdı ne yazık ki. Enver Aysever, Banu Güven ve Selin Girit gibi isimlerin hazırlamış olduğu programlar da son derece katkı sağladı. Her ne kadar belgeselde çok fazla yer verme şansım olmadıysa da o günlerde göstermiş oldukları örnek gazetecilik ile İsmail Saymaz ve Ahmet Hakan'ın da önemli katkıları oldu. Gazetecilerin sayısı azalınca, kayıtları yapmak halka, belgeselini hazırlamak da bana düşmüştü. Bu saydığım isimlerden hiç kimseden doğrudan veya dolaylı bir şekilde tenkit almadım. Kimse bana görüntülerimi kullanmışsın, yapamazsın demedi. Ulaşabildiklerime ulaştım. Sağ olsunlar, karşı çıkmak yerine yardımcı olabilecekleri bir şey varsa olmak istediklerini belirttiler.

Cep telefonuyla, kamerasıyla kayıt yapmış pek çok kişiden de görüntüler ulaştı elime. Herkes bu çalışmanın tamamlanmasını bekliyordu ve yardımcı olabilmek, katkıda bulunabilmek onları için bir gurur kaynağıydı.

İzleyenlerin yorumları önemliydi ve onlardan gelecek eleştirilere göre düzeltmeler yapıyordum. Bazen bir videonun tarihi veya yer bilgisi yanlış kalmış olabiliyordu. Ya da aynı olayla ilgili daha iyi açıdan çekilmiş bir video ortaya çıkıyordu ve bunu değiştirmek gerekiyordu. Şu sahneyi çıkarsak vs. gibi talepler de geliyordu ama ne olduysa onu aynen yansıtmaktı benim niyetim. Kurgusal bir şey yapmaya gerek yoktu. Bir hata varsa onu düzeltmek gerekirdi sadece. Yakılan ve devrilen araçları da gösterdim, polisin uyguladığı şiddeti de. İlginçtir ki hükümet yanlısı insanlar hep aynı cümleyle geldiler eleştirilerinde: "Yakılan araçları niye eklemediniz belgesele?" Halbuki, ikinci bölümün hemen başında var sordukları görüntüler. İzlemedikleri o kadar belliydi ki...

Videoların üzerinde uygun gördüğüm ölçüde müzikler ekledim. Kimileri bu müzikleri gereksiz buldu ancak, ben şahsen olayın atmosferini yansıtmak adına gerekli buluyorum. Çoğunlukla gelen yorumlar da müziklerin iyi seçilmiş olduğu şeklindeydi. Gezi Parkı Direnişi aynı zamanda mizah içeren pek çok unsuru barındırıyordu içinde. Bunları, izleyenleri sıkmamak adına bütün belgesele yaydım. Direniş boyunca yapılmış besteler, uyarlamalar ve diğer şarkıları da belgeselin bölümleri içinde bir nevi mola şeklinde ekledim.

Belgesel, oldukça geniş bir kitleye yayıldı. Yayılmasında katkı sağlayan, destek veren kişiler de oldu. Hepsine ayrı ayrı teşekkür etmek boynumun borcu. En başta  @BarbarosSansal,  @kasharkemal,  @muhsinakgun ve @djvjgrrl olmak üzere pek çok kişi twitter üzerinde belgeseli paylaşarak izlenmesine katkıda bulundu.

Belgeselin yayılmasına katkıda bulunmasını umduğum pek çok kişi ve twitter hesabı vardı ama ilginç bir şekilde destek göremedim. Sanırım onlar daha çok Gezi Direnişi üzerinden takipçi sayılarını artırmakla meşguldü ve kendi fikirlerinden olup olmadığına emin olamadıkları birinin hazırladığı belgeseli yaymak tarzları değildi. Bunu daha sonra daha net gördüm ki, herkes Gezi'ye kendi bakış açısıyla bakıyor ve başkalarının Gezi'yi nasıl gördüğünü göz ardı ediyordu. Örneğin, herkes kendi fikrini benimsemiş kesimin fotoğraflarını paylaşıyor, "biz de oradaydık!" diye haykırmaktan eksik kalmıyordu. Fakat, en azından benim için Gezi'nin başlangıç noktası başkalarının haklarını savunmaktı. Yapılan paylaşımlarda başkaları diye tanımladığımız insanlara daha fazla yer versek belki daha uzun sürebilirdi, o dönemde hüküm süren güzellikler.

Bunun dışında Gezi Parkı Direnişi hakkında yapılan başka üç belgeselin de yapımı sırasında destek olmaya çalıştım. Ortaya çıkan çalışmalardan çok mutlu olduğumu söyleyemem. Özellikle yurtdışından pek çok araştırma için emailler aldım. Gelen yapımcılara dilim döndüğünce Gezi'yi anlattım. Türkiye'ye gelen gazetecilerle, ödev ve tez konusunu Gezi Direnişi olarak seçen yabancı öğrencilerle röportajlar yaptım. Halen bu konuyu araştıran insanlardan emailler alıyorum. Sorularına cevap vermeye çalışıyorum.

Yurtdışındaki bazı film festivallerine de davet edildim. Ancak, kimliğimi açıklamamak gibi bir kuralım olduğu için bunları geri çevirmek zorunda kaldım.

Yorucuydu. 6 ay boyunca bulduğum her vakti bu belgesel için kullanmaya çalıştım. Haftasonları, tatiller, akşamdan sabaha tüm vaktim... Yazının başında da belirttiğim gibi, birisi çıkıp çok güzel bir belgesel yapar, ben de sadece o dönemde gerçeklerin bilinmesini sağlamış olmak görevini yerine getirmiş olurum diye düşünüyordum. Ne yazık ki, o beklediğim çalışmayı yapan biri olmadı. Büyük umutlarla beklediğimiz o belgeseller biraz sönük kaldı. Açıkçası, ben tek başıma 6 ayda 9 saatlik bir belgeseli Türkçe ve İngilizce olarak iki versiyon halinde yapmışken, profesyonel kadrolardan daha uzun sürede çıkan çalışmaların çok daha iyi olmasını beklerdim. "Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek" bir istisna sayılabilir. Bu belgeseli izlemenizi tavsiye ederim.

Güzide ülkemizin ömründe yaşadığı en güzel şeyin, bir trajediye çevrilmiş olmasını hâlâ öfkeyle hatırlıyorum. Bir ülkeyi birleştirebilecek, tek yumruk haline getirebilecek bir fırsat ayaklarınıza kadar gelmişken, gelin konuşalım anlaşalım demek varken, buna sırt çevirmek ve üstüne zulüm ile saldırmak, ülkeyi tamamen ikiye bölmek art niyetten başka bir şey olamaz.

Yeterince anlatamadık Gezi'yi. Forumlar düzenlendi, etkinlikler yapıldı. Fakat bunlar hep kendi içimizde kaldı. Bilmeyenlere, görmeyenlere ulaşamadık yeterince. Zaten bildiğimiz şeyleri kendi kendimize tekrar ettik durduk. Çevremdeki bazı kişilerin fikrini değiştirmeyi başardım. Yeterli değildi tabi. Ve öyle insanlar vardı ki, onlar için ne deseniz boştu. "Anlatma, ben bilmeyerek daha huzurluyum." sözünü duyduğumda hissettiğim acının eşi benzeri yoktur.

Umutlanmıştık... Hâlâ da umudumuz var. Umut hiç bitmeyecek...